19 Aralık 2013 Perşembe

Endülüs Emevi Sanatı



Endülüs Emevi Sanatı

İspanya daha önce 711 yılında Emeviler
döneminde Müslümanların eline geçmiş ve Kordoba merkez olmak üzere bir emirlik kurmuştur. 300 yıl İspanya'da egemenlikleri sürmüş buna bağlı olarak kendi kültür ve sanatlarını burada görkemli bir şekilde yaşatmışlardır. Endülüs'te dikkati çeken iki önemli yapı olan Kordoba Camisi ve Elhamra Sarayı'dır.



      Elhamra sarayı


Kordoba Camisi: (786): 1. Abdurrahman tarafından yaptırılmıştır. Caminin içi kırmızı tuğla ve beyaz taşın birlikte kullanılmasıyla göz alıcı bir manzara sergilemektedir. İlk kez bir camide at nalı biçiminde kemer kullanılmıştır.



     Kordoba camisi


Elhamra Sarayı:  İspanya'nın Granada kentinde 14. yüzyılda yapılmıştır. Sarayın yapımında malzeme olarak kireç, çakıllı kum ve kırmızı renkli bir kerpiç kullanılmıştır. Sarayın adı Elhamra, Arapça kırmızı anlamına gelmektedir.

                               

                                               
   Elhamra sarayı ahşap motifler


 Saray üç bölümden oluşur. Birinci bölüm, hükümdarın davalara baktığı ve halkı kabul ettiği Meşver bölümüdür. İkinci bölüm, taht salonu ile birlikte resmi kabuller için kullanılan divan bölümüdür. Üçüncü bölüm ise, tamamen kadınlara ait harem bölümüdür. Bahçesinde aslan heykelleri ile süslü Aslanlı Havuz çok ünlüdür. Gerek İslam sanatında gerekse dünya sanat tarihinin en güzel yapılarından biri olarak kabul edilir.

 Endülüs Emevi Devleti



Kara üzerinde kurulmuş Bağdat İmparatorluğu karşısında, bir deniz hakimiyeti kuran ve asıl gücünü bundan alan Endülüs Emevi Devleti, uzun bir süre Akdeniz İslam uygarlığının merkezi oldu.Bu devlet Bağdat’takine benzer bir biçimde örgütlenmişti.

Bir merkezden idare edilen bütün devletler gibi Endülüs devleti de illere (vilayet) ayrılmıştı ve illerin idaresi sivil otoritelere veriliyordu.Fakat savaş anında idareyi paşalar ele alırdı.Halifelik mali örgüt üzerine kurulmuştu ve ancak bu mali örgüt sayesinde yönetim ve askerlik masraflarını karşılamak, deniz ticaretinden büyük kazançlar sağlayan gemilere, yolları açık tutan kuvvetli bir filoyu ayakta tutmak mümkün oluyordu.


Endülüs Emevi devleti de Bağdat’ın Atlas Okyanusu kıyılarından Hindistan ve Çin sınırlarına kadar yayılan mübadele sistemini kabul etmiş ve yöntem İslam dünyasının ekonomik bakımdan parçalanmasını önlemişti.





İspanya, fethedildiği zaman Vizigot krallarının idaresinde ticari ve sınai bütün faaliyetlerini yitirmiş bulunuyordu.Sosyal kadroyu muhafaza eden Arap idaresi, İspanya’nın tarım ekonomisine yeni bir düzen verdi.Madencilik ve ziraat tekniği endüstrinin gelişmesini sağladı.


Her zaman bir ekonomik faaliyet getiren entellektüel kültür, belki hiçbir memlekette görünmeyen bir şekilde halka yöneldi.Bütün büyük şehirlerde üniversiteler açıldı, sanat eşsiz bir seviyeye ulaştı.


Müslümanlar İspanya’yı fethettikleri andan itibaren bir anlaşma ile halka bir din hürriyeti ve muhtariyet tanımışlardı.Halifeler bu anlaşmaya sonuna kadar sadık kaldılar.


Barış zamanına has sanatları geliştiren liberal Endülüs Emevi Devleti, bir asker devlet değildi.XI. yy.’dan itibaren Hıristiyan güçleri İspanya’nın kuzey bölgelerini tekrar ellerine geçirmeye başladılar.


XI. yüzyılda Arap imparatorluklarının yıkılmış olduğunu düşünülebilir; hakimiyetleri üç yüz yıl sürdü, fakat bu süre içinde, İspanya’dan Hindistan’a kadar kendine özgü bir uygarlığın kurulup yayılmasına yetti.Arap imparatorlukları, hakim oldukları bütün ülkelerde büyük bir din ve kültür mirası bıraktı; günümüzde hâlâ yaşayan bu miras Arap fetihlerinin en değerli sonuçlarıdır.


Araplar, Suriye ve İran’ı işgal ettikleri zaman, Yunan düşüncesi ve Hint bilgeliğinin buluşmasıyla zenginleşmiş ileri bir uygarlıkla ilişki kurdular.Bir yandan, Sanilerin yaydığı Yunan kültüründen yararlanırken, bir yandan da Hint uygarlığının ve felsefesinin elemanlarını İslam ilkeleriyle birleştirerek yepyeni bir karışım ve oluşum meydana getirdiler.


Araplar en iyi bilgilerini işte bu oluşumda elde etti ve sonra Batı’ya götürdü.Böylece, yeni düşüncelere açık olan Araplar büyük bir aydın Haraketi yaratıyorlardı.Medreseler kurdular.


Bu üniversitelerde, ortaçağ düşüncesinin ustaları olan filozoflar, bilim adamları yetişti.Araplar’ın tercih ettikleri alan daha çok şiir ve düşünce alanı oldu.XI. yüzyılda Muhammed İbni Musa‘nın yazdığı cebir kitabı Batı’da XVI. yüzyıla kadar kullanıldı.Muhammed Musa, geometri cebir uygulaması yapan ilk matematikçidir.


Bir başka Arap bilgini Batlamyus‘u (Ptolemaios) yorumladı ve küre trigonometrisini geliştirdi.Astronometride de çok büyük ilerlemeler oldu.XI. yüzyılda astronom El Birûnî , Mısırlı İbni Yunus sarkacı keşfetti.


Araplar, uygarlıklarının büyüklüğüne birer belge olarak imparatorluğun her yanında yapılmış, cami ve saraylar gibi dolaysız ve yaşayan eserler bıraktı.




                               Endülüs emevi devleti tıp ve ilim hakkında bir video
                                                   Sunum : Oktay İlgin                                            

1 Aralık 2013 Pazar

Pers Sanatı





            İ.Ö. 547 yılında Lidya Devleti'nin ortadan kalkması ile birlikte Anadolu iki yüzyıl süreyle Pers egemenliğine altında yaşamını sürdürür. Persler kurdukları Satraplık sistemi ile kentleri denetimleri altında tutmuşlardır. İmparatorluk düzeyinde Satraplık sayısı 23'ü buluyordu. Satraplıklar-Eyaletler kendi içinde küçük satraplıklara-vilayetlere bölünmüştü. Bu vilayetlerin sayıları 127'ye çıkıyordu.
Bu bölünmeye göre Anadolu'da şu yeni satraplıklar kuruldu:

Yauna (İon) Satraplığı: Anadolu'nun batı kıyı bölgesinin tümünü, Aiolia'dan Karia, Likya ve Pamfilya'ya kadar uzanan kıyı kesimi kapsamaktaydı; hazineye yılda 400 talent gümüş vergi vermekle yükümlüydü. Sonraları Karia ile Kilikia arasındaki kıyılar bu satraplıktan ayrıldı.

Sparda (Sardes) Satraplığı: Mysia, Lydia, Lasonia, Kabalia ve Hygennia'yı içine alıyordu; vermekle yükümlü olduğu yıllık vergi 500 talent gümüştü.

Daskyleion Satraplığı: Frigler, Anadolu Thrakları, Paflogonlar, Mariandyler ve Kappadoklar yani Anadolu'nun tüm kuzey kıyısı, Çanakkale Boğazı ve Marmara Denizi'nin güney kıyılarındaki yunan kentleri, iç kesimdeki Frigya ve Kappadokia da bu satraplığa bağlıydılar; yükümlü olduğu yıllık vergi 360 talent gümüştü. Daha sonraları bu çok büyük satraplık Hellespontus Frigya'sı, Büyük Frigya ve Kapatuka (Kappadokia) satraplıkları olmak üzere üçe ayrıldı.

Kilikia Satraplığı: Anadolu'nun Toroslar'dan Akdeniz'e kadar uzanan kesimini kapsıyordu; vermekle yükümlü olduğu yıllık vergi, günde bir adetten 360 beyaz at ve 500 talent gümüştü. Bunun 140 talenti Kilikia'daki Pers Süvari Garnizonu'na kalıyordu. Önceleri Syennesis adlı yerli Kilikialı krallar tarafından yönetildi; sonraları doğrudan doğruya merkeze bağlı bir eyalet durumunu getiririldi.

Doğu Karadeniz Satraplığı: Önceleri Muşki ve Tabal denen Moskhi ve Tibarenler ile Makronlar, Mossynikler ve Mareliler'in yaşadığı, bugünkü Ordu ile Trabzon illeri arasındaki bölgeyi içine almaktaydı; yükümlü olduğu vergi 300 talent gümüştü.

Paktyike ve Armenia Satraplığı: Bu günkü doğu Anadolu'nun kuzey kesiminden Karadeniz'e doğru uzanıyordu; vermekle yükümlü olduğu yıllık vergi 400 talent gümüştü.
            Bu satraplıklar sayesinde düzenli vergi toplamakla birlikte kalıcı garnizonlar ile denetimi sağlamaya çalışmışlardır. Bunlardan en önemlilerinden biri Dasklyleion Satraplığıdır. 1952 yılında Alman Arkeolog Kurt Bittel, Ergili Köyündeki Hisartepe'yi Pers Satraplık Merkezi  olarak keşfetmiştir. Daskyleion' da ilk kazılar,  Ekrem Akurgal tarafından yapılmıştır. 1988'de Tomris Bakır kazıları yeniden başlatmıştır.  M.Ö. 547-480 yılları arasında yer alan Erken Akhamenid Evre boyunca Pharnakes, Mitrobates, Megabazos ve Megabates diye bilinen Satraplar Daskyleion'da valilik yapmışlardır. Bu döneme ait  arkeolojik buluntular arasında, saraylara ait mimari bloklar ve  görkemli bir Teras Duvarı ve tipik Pers saray mimarisi yer alır. İ.Ö.480-370 yılları arasında yer alan Orta Akhamenid Evre Daskyleion' un Altın Çağını oluşturur ve bu dönemin buluntuları olan bazı mimari parçalar soylu yöneticelere ait bir Andron ile  saraya ait bir bölümü oluşturmaktadır. Bu sarayda I. Artabazos, I. Pharnabazos, I..Pharnakes ve II. Pharnabazos gibi Satraplar yaşamışlardır. Bu saray İ.Ö. 395 yılında Sparta'lı komutan Agesilaos tarafından yakılıp, yıkılmıştır. Anadolu-Pers stilinde ve üzerlerinde krali yazı olan aramca yazıtlar taşıyan mezar stellerifildişi eserler, dokuma tezgah ağırlıkları, ve 500 ü aşkın sayıda ele geçmiş ve İran' daki Büyük Şah’ın batıdaki Satrap’ları ile yaptığı yazışmaların kanıtları olan Bulla'lar (mühür baskıları) sayılmalıdır. Bazı kalıntılar, Zerdüşt Dinine ait yapıların da Daskyleion'da yer aldıklarına işaret ederler. İ.Ö. 334'de ki Granikos(Biga) Savaşının ardından hem Daskyleion'da  hem de Anadolu'da ki Pers hakimiyeti son bulmuştur.
Anadolu Pers Sanatı tanımlaması T.Bakır'ın özellikle Propontis Bölgesi başta olmak üzere çeşitli bölgelerde ele geçen, süreklilikleri ve kompozisyon özellikleriyle farklılıklar taşıyan Pers Dönemi mezar stelleri göz önüne alınarak kullanılmış bir ifadedir. Perslerin gelişi ile birlikte, Anadolu’nun önemli bir bölümünde atölyelerin çalışmaları kesilmiş, özellikle Batı Anadolu yaklaşık iki yüzyıl sürecek bir karanlığa gömülmüştür. Bunda Perslerin sürekli olarak Atina ile giriştikleri mücadelenin önemli bir rolü bulunmaktadır. Perslerin iki yüzyıl süren hakimiyetleri boyunca, Anadolu’nun kültür tarihi üzerinde ne denli hakim oldukları tartışmalıdır. Aslında yapılan arkeolojik araştırmalar satraplık merkezlerinde belirli oranda Pers örgesine iz verirken, diğer bölgelerde bu durum belirsizdir.

                                                    
   Pers imparatorluğu hakkında 


                                                                      


MİMARİ

            Sardes'ten Piramidal Mezar ve Phokaia'dan Taş Kule Mezar Anıtı İ.Ö. 6 yüzyıl sonu 5. yüzyıl başlarına inen tarihleriyle Anadolu'daki en erken Pers mimarisi örnekleridir. Daskyleion'da ele geçen farklı dönemlerin kabartmalı orthostad blokları, sütün başlıkları ya da kaideleri, mermerden  yapılmış ve pers tarzı profil ve süsleme detayları taşıyan bir pencere lentosu, Milet  tarzı bir volütlü köşe akroteri, lotus-palmet frizi ile süslü kyma parçaları, Anadolu ve özellikle Lydia örneklerine benzer mimari terrakottalar, süslü ya da düz architrav blokları gibi geç arkaik dönemden itibaren Daskyleion' da yapılmış olan yapılara ait buluntular mimari örneklerdir. Bu mimari parçalar bir yandan Pers döneminin yapıları hakkında bilgi verirlerken, öte yandan Perslerin mimar ve taş ustası olarak İonia’ lı ustaları çalıştırdıklarını, bu Anadolu ustalarının burada hem İon mimari tarzını uyguladıklarını, hem de Pers geleneğinde süslemeler yaptıklarını da gösterirler ve aynı zamanda Daskyleion mimarisi ile yeni bir "Anadolu -  Pers "  Stilinin doğduğunu da kanıtlarlar.
           
MEZAR STELLERİ

            Pers dönemi Anadolu mezar stelleri, 3 m.’ye varan yükseklikleri, aşağıdan yukarıya doğru daralan gövde yapısı ve üst kısmında yer alan anthemionu ile  form açısından en yakın örneklerini Samos ve Sardes’ten bulmasından dolayı, Batı Anadolu kökenlidir. Form açısından, Erken Arkaik dönemden itibaren, Troas Bölgesi’nde, Samos’ta, İonya’da, Attika’da ve Thessalia’da rastlanmaktadır. Diğer yandan, Sardes ve Samos örnekleri üzerinde kabartma bezeme bulunmazken, Attika ve Thessalia örneklerinde tüm gövdeyi kaplayan bir yada iki figürden oluşan tek bir sahne betimlenmekte, Perinthos stellerinde ise bir veya iki küçük insan figürü, gövdenin üst kısmında betimlenmiştir. Daskyleion kazılarında ele geçmiş olan “Manes Steli” diye adlandırılan stelde kabartma tasvirlerin altında yer alan üç satırlık yazının alışılagelmiş şekilde Aramca değil de, Frig dilinde olması düşündürücüdür. Steller üzerinde yer alan tasvirlerde Pers soylularının yaşamlarından sahneler olan ziyafet sahnesi, av sahnesi ile ölünün bir araba ile mezara getirilmesi, ya da ölü kültünün gereği olan törenlere ait  konular seçilmiştir. Bu sahnelerde yer alan figürler arasında ölen soylu kişi ve onun yakınları, oranları ile diğer figürlerden (genellikle hizmetkarlar) büyüklükleri nedeniyle ayrılarak yüceltilmişlerdir. Kabartmaların stilleri de kendine özgüdür. Figürlerin yüzeyleri düz bırakılmıştır ve detaylar (yüz, saç, giysi) zamanında boya ile belirtilmiştir. Bu tasvirler Yunan Sanatı ile hiçbir benzerlik göstermezler ve doğrudan Önasya ve Anadolu kültürlerinin ikonografisini yansıtırlar.
    
            Söz konusu steller konularına göre altı ayrı grupta toplanmaktadır.

I .   Ekphora Sahnesi,









II.   Ziyafet Sahnesi,


III. Av Sahnesi,


IV. Savaş Sahnesi,




V.  Huzura Kabul Sahnesi,


VI. Dinsel Tören


I. EKPHORA SAHNESİ


         İ.Ö. 500 civarından başlayarak, Akhamenid sonrası döneme kadar devam eden bu prosesyon sahnelerinde, benzer tipte yük taşıyan arabaların yer alması ve bunların önemle vurgulanması, çeşitli yorumları da beraberinde getirmektedir. Sahnelerin ortak özelliği, üst kısmı kubbe şeklinde betimlenen, bir yükün taşındığı at arabasıdır. Bu yükte düz gövdeden kubbeye geçişte, arkada ve önde birer çıkıntı yer almaktadır. Arabalar çoğunlukla iki at tarafından çekilirken, tekil bir örnekte dört at tarafından çekildiği de görülür. Arabalar tek dingilli olup, yüksek birer tekerleğe sahiptirler. Prosesyonlar da bu arabalara bazı figürler eşlik etmektedir.

        Propntis Bölgesi’nde yaygın olan söz konusu sahnelere, Likya’da Karaburun II Tümülüsü mezar odasında ve Sidon’dan Ağlayan Kadınlar Lahti’nde birer örneği yer almaktadır. Karaburun II ve Ağlayan Kadınlar Lahti prosesyon sahnelerindeki konunun geniş işlenmişliği, Propontis Bölgesi’nde ele geçen mezar stellerinde yer darlığından dolayı ihmal edilen figürlerin anlaşılması açısından ve steller üzerinde prosesyona katılan kişilerin betimlemelerle sınırlı kalmadığını göstermesi bakımından önemlidir

        İstanbul 5764 Steli’nin üst frizinde betimlenen atlı figürlerin tek başına açıklanması zordur. Dini bir tören sessizliğinde hareket eden bu atlı figürler, ancak alttaki friz ile birleştirildiğinde  anlam kazanmaktadır. Karaburun II, Ağlayan Kadınlar Lahti ve İstanbul 5762 Steli göz önüne alındığında, birinci frizdeki atlı figürlerin arabaya eşlik ettikleri ve bir prosesyon sahnesinin betimlendiği anlaşılmaktadır. Yük arabalarının betimlendiği prosesyon sahneleri, yük arabalarının ele geçmediği prosesyonlara da ışık tutmaktadır. Bu prosesyon sahnelerinin  en uzunlarından olan Xanthos G Heroonu güney frizindeki kortejde yük arabası yer almaz. Ancak Karaburun II ve İstanbul 5764 Steli’nde arabanın kortejin sonunda yer alıyor olması, yük arabasının G Heroon’u güney frizinin ele geçmemiş son bölümünde yer alıyor olması ihtimalini güçlendirmektedir. Bu tarzda ekphora sahnelerine, Sidon örneğini saymazsak, Anadolu dışında rastlanmamaktadır. Buda, bu konuda dikkatleri Anadolu üzerinde toplar.

MÖ.8.yy’dan başlayarak Frig tümülüslerinde at, öküz gibi yük hayvanlarının yanı sıra, bunlarla ilgili malzemelerin ele geçmesi, Frig cenaze seramonilerinde, araba ve onu çeken hayvanların da cenaze ile birlikte gömülmekte olduklarını göstermektedir. Bu Frig geleneği, Lidya ve Frigya bölgelerinde açılan, Akhamenid dönemi tümülüslerinde de devam etmiştir. Bu geleneğin Akhamenid döneminde de devam ettiği ve Anadolu’da yaşayan Persliler tarafından da benimsenmiş olduğu, elde ki bulgular dolayısıyla söylenebilir.
         
II. ZİYAFET SAHNESİ

          Ziyafet sahnelerinde en önemli figür, kline üzerinde uzanmış olan erkek figürüdür. Bu erkek, bazı sahnelerde klineyi bir kadınla paylaşmaktadır. Bazılarında ise kadın klinede değil, klinenin yanında duran bir tabure oturur. Kadının bu şekilde vurgulanmadığı bazı sahnelerde ise, kadın hizmetçi olarak bu sahneye katılır.
        Anadolu Pers dönemi mezar ikonografisinde ziyafet sahnesinin ne anlama geldiği, en çok tartışılan konulardandır. Bu ikonografiyi açıklayan üç ana görüş ağırlık kazanmıştır.

  1. Ziyafet sahnesinin ölen kişinin yaşamından bir kesit olduğu,
  2. Bir veda yemeği olduğu,
  3.  Ölünün öbür dünyada katılmış olduğu bir ziyafet.
         Macridy, Akurgal ve Kleeman, bunun ölünün yaşamından bir kesit olduğu görüşünde birleşir. Dentzer ise, Pers saray yaşamı ile ilişkilendirir ve kişinin statüsünün vurgulandığını söyler. Hanfman ve Mellink ziyafet sahnesini, Pers Kralı’nın önem verdiği ve satraplarının uymak zorunda olduğu, yüksek yaşam standartının bir yansıması olarak görürler.

        Borchhardt ise bütün görüşlerin dışına çıkarak, farklı bir yorum getirir. Myken, Argos, Girit ve Kıbrıs erken kültlerinde ölen kişinin mezarında insan kurban edildiğini, ziyafete katılanlarında aslında mezara gömülmesi gerektiğini, fakat eski geleneklerin modern düşünce ile insancıl uygulamalar kazandığı, bundan dolayı bunların yalnızca betimlemelerinin mezarlar üzerinde yer aldığı inancındadır. Dolunay ise, Dupont-Sommer’ın steller için adak steli yorumuna katılmakla birlikte, İstanbul 5763 Steli’ndeki sahneyi cenaze ziyafeti olarak yorumlarken, İzmir Müzesi’nden Ödemiş Steli üzerindeki ziyafet sahnesini, ölü yemeğinden ziyade, eğlence, bir işin bitmesinin verdiği rahatlık ve neşe olarak yorumlar ve dolayısıyla bu stelin nakil ve kervanla ilgili  bir adak steli olduğunu vurgular.   
        Birçok Likya kabartmasındaki ziyafet sahnesinde, kadınlar yer alırken, Trysa  ve Nereidlerde kadın yoktur. Jacobs, bu ölen kişinin yalnız sosyal statüsünün değil, aynı zamanda politik statüsünün de gereği olduğunu ortaya koymaktadır. Yani bunlar bizzat yöneticinin verdiği, resmi içerikli ziyafettirler, bu nedenle kadınlar buna katılamaz. Karaburun II Tümülüsü’de bu bağlamda Nereidler örneğindeki ziyafet sahnesinin bir özeti görünümündedir.
         Persler’de, kadınlarında katıldığı ziyafetlerin olduğunu, Herodotos’un ve diğer antik yazarların aktarımlarından öğrenebiliyoruz. Özellikle Herodotos’un aktarımı, Persler de kadınların ziyafet toplantılarına katılımlarının bir gelenek olduğu yolundadır.
         Şüphesiz, ziyafet toplantıları herkes tarafından yapılamıyor, belli bir zenginlik ve sosyal statü gerektiriyordu. Dolayısıyla yönetici olmayan Pers veya Pers yanlısı soyluların da, mezar ikonografisinde ziyafet sahnelerine yer vermelerinin nedeni, bu zenginliği ve statüyü mezara aktarma anlayışı olmalıdır.

III. AV SAHNESİ

         Av sahnesi Anadolu Pers mezar ikonografisinde, çok sevilen bir konu olarak karşımıza çıkar. Söz konusu sahneler beş farklı hayvanın avı konu edilmiştir. Bunlar, erkek yaban domuzu, geyik, ayı, kuş ve panterdir.

         Steller üzerinde yer darlığından dolayı, genellikle av sahneleri sadece bir atlı tarafından temsil edilir. Diğer yandan, uzun frizlere sahip Nereidler gibi anıtlarda oldukça uzun tasvir edilmişlerdir. Av genellikle uzun mızraklarla gerçekleştirilir ve bir köpek her zaman avcıya yardım eder.
         Her ne kadar betimlenen konu av ile avcının karşılaşması üzerine yoğunlaşsa da, bunun dışında ava gidiş ve avdan dönüş sahneleri de betimlenmektedir. Örneğin, Bergama 4394 Steli’nde alt friz ava gidişi, üst friz avlanmayı betimler. Dereköy Steli’nde de benzer anlatım vardır.    
         Eserler üzerinde yalnız Manisa 3389 Steli’nde bir kuş avı canlandırılır Pers giysili avcı, burada ok ve yay kullanmakta ve dal üzerine konmuş olan kuşu kendine hedef almaktadır. Oklu av sahnesi, İskender Lahti’nde de yer almaktadır.

        Kızılbel ve İsinda av sahneleri de İ.Ö.6.yy.’da Anadolu’da bu konunun betimlendiğini gösterir. Av sahnesinin betimlemesi Asur saraylarında İ.Ö.9.yy.’dan beri kullanılmaktadır. İ.Ö.8.yy.’da Khorsabad ve İ.Ö.7.yy.’da Til-Barsib, diğer erken örnekler olarak verilebilir. Akhamenid av sahnelerinde, arka ayakları üzerine kalkmış av ile mücadele eden avcı betimlemelerinin erken örneklerine Asur’da rastlanılmaktadır.
         Jacobs’un da belirttiği gibi av sahneleri, Persler’in Anadolu’yu ele geçirmesinden önce de, Anadolu sanatında az da olsa betimlenmiştir. Anadolu Pers dönemi mezar ikonografisinin de, vazgeçilmez bir parçası olmuştur.  

IV. SAVAŞ SAHNESİ

        Frizler ve steller üzerinde betimlenen savaş sahnelerinin hemen hepsi, atlı süvariler ile yaya askerler arasında geçmektedir.
        Nereidler Anıtı’nda , Persliler ile Yunanlılar arasındaki bir savaş tasvir edilmiştir. Bu savaşlarda at üzerinde betimlenen süvariler, Pers giysileri ile verilirken, yaya askerlerin Yunan saffında savaştığı gözlemlenmektedir. Pers giysili süvariler, yaya askerlere devamlı bir üstünlük halindedir. Betimleme alanı uzun olan sahnelerde, mezar sahibinin de içerisinde yer aldığı ordunun, düşmanı mağlup etmesi, aynı zamanda mezar sahibini kahramanlaştırırken, dar bir alana sahip stellerde yalnızca mezar sahibi ile hasmı betimlenir. Manisa 3389 Steli’nde bu daha da daraltılarak, saldırı halindeki mezar sahibi yalnız verilmiştir.

        Nereidler Anıtı’nda ve Trysa Heroonu’nda karşılaşılan şehir kuşatması, Kıta Hellas’ta bulunmamakla birlikte, en yakın örnekleri Assur saray kabartmalarında yer almaktadır. Nereidler Anıtı’ndaki savaş gibi Payava Lahti’ndeki savaşında belli bir savaşı ele aldığı düşünülmektedir. Zira Payava Lahti’ndeki savaşın yapıldığı kayalık mekan, Autophradates kabartmasındaki manzaraya benzer ve yine Payava Lahti’nde Autophradates adının zikredilmesi bunu daha ciddi bir boyuta taşır. Bu, Autophradates’in kazanmış olduğu bir savaş ile ilgili olmalıdır. Burada işlenen konunun, tarihsel olarak yaşanmışlığı ve mekansal olarak yansılanışı, esere gerçek anlamda tarihsel bir vesika olma özelliği kazandırmaktadır.

         Anadolu Pers ikonografisinde yer alan savaş sahneleri, daha öncede Anadolu ve Hellas ikonografisinde yer almaktaydı. Arkaik dönemden başlayarak, mezar stellerinde ölen kişi bir savaşçı olarak betimlenmektedir. Ayrıca Klazomenai Lahitleri’nde de bu konuyla karşılaşılır.



V. HUZURA KABUL SAHNESİ  
             
          Persepolis Sarayı’nda birçok yerde betimlenmiş olan huzura kabul sahnesi, bu anlatımın Pers saray ikonografisinde önemli bir yere sahip olduğunu göstermektedir. Bu saray betimlemesinde yer alan huzura kabul sahnesi, Persepolis dışında İskender Lahti’nde ve Daskyleion mühürlerinde de yer almaktadır. 
    
         Diğer huzura kabul sahneleri ise Anadolu’da özellikle Likya’da ele geçmiştir. Bunlar, Kızılbel Tümülüsü, Harpy Anıtı, Nereidler Anıtı , Payava Lahti ve Trysa Heroonu’nda yer almaktadır. Bu seremonilerin belli kurallara uyularak, resmi bir atmosferde gerçekleştiği görülmektedir.
          Nereidler Anıtı ve Payava Lahti üzerlerindeki figürlerin tiara giymiş olması, onların Büyük Kral olamayacağını göstermektedir. Kaldı ki, Payava Lahti’ndeki yazıttan bu kişinin Lidya Satrabı Autophradates’i temsil ettiği ortadadır. Satrabın yanındaki iki kişiden ilkinin, diğer bölümlerde de betimlenen şahıs ile yakın benzerliği, onun Payava olabileceğini göstermektedir.
         Nereidler Anıtı’nın II. Podyum frizinde ise, kuşatılan şehrin ileri gelenlerinin, olasılıkla Satrap olan Pers giysili kişi tarafından, kabulü söz konusudur.Bu anlatım, Persepolis’teki huzura kabul sahnesinin bir devamı olmalıdır.

         Bu noktada, MÖ. 525 tarihine verilen Kızılbel Tümülüsü duvar resminde yer alan huzura kabul sahnesi sıkıntı yaratır. Zira, Persepolis’teki en erken huzura kabul sahneleri olan Hazine Binaları’ndaki betimlemelerden daha erken olduğu görülmektedir. Ancak bu türde kabul sahnelerinin Persler’den önce Asur sanatında yer alması, özellikle Til-Barsib’te ( Tell Ahmar ) ele geçen duvar resimlerindeki kabul sahnelerinin, Persepolis kabul sahneleri ile büyük benzerlik göstermesi, Pers sanatındaki kabul sahnelerinin Asur’dan etkilendiğini açıkça göstermektedir. Bu kesin benzerliğe karşın, Pers kabul sahneleri, Asur kabul sahnelerini birebir kopya etmemiş, özellikle mobilya aksamları açısından, kendine özgü bir form geliştirmiştir. Kline ve taburelerin üzerinde yer alan örtü de Kyrieleis’e göre Pers özelliğidir.         
              

VI. DİNSEL TÖREN

          Anadolu Pers dönemi eserlerinden yalnız üç eser üzerinde gerçek anlamda Pers dinsel törenleri betimlenmektedir. Bunlardan ikisi Daskyleion’da, diğeri ise Bünyan’da ele geçmiştir. Tiara, kandys, sarapis ve anaksyrides gibi magoslar tarafından giyilen Med giysileri, Akhamenid döneminde Pers soyluları tarafından da kullanılmıştır. Şekil yönünden faklılık taşımayan bu giysiyi giyenlerin sınıfları ve görevleri taşıdığı farklı renkler ile ayırt edilebilmektedir. Örneğin, magoslar sade görünüm kazandıran beyaz renkli giysiler giyerken, komutanlar kırmızı veya mor renkli giysileri ile çok daha gösterişli ve dikkat çekicidir. Bu bağlamda 5391 no’lu kabartmadaki figür barsmanı sağ elinde tutması ile farklılık arz ederken, kandysünüm kırmızı olması onun bir magos değil, bir Pers soylusu olduğunu vurguluyor olmalıdır.

         2361 no’lu kabartmadaki figürlerin renkleri korunmamış olmasına karşın, ellerinde tuttukları bodur sopalarla kurbanı gerçekleştirdikleri ve yukarıya kaldırdıkları sağ elleri ile ilahi bir yakarış içinde oldukları belli olan bu figürlerin, baba-oğul magoslar oldukları düşünülebilir. 5391 ve 2361 no’lu kabartmalardaki figürler bir yapının önünde, olasılıkla kurban törenini gerçekleştirmektedirler.
          Nereidler Anıtı’nın cella frizinde ise kurban törenini yürüten figürler, Pers giysileri yerine, himationu tercih etmişlerdir. Frizde, altarın sol tarafında duran figür, sağ elindeki kase ile libasyon yapmaktadır. Sağ taraftan bir boğa ile iki keçi getiren, iki omuzu açıkta bırakan giysisi ile bir rahibi temsil ediyor olmalıdır. Bu sahne 2361 no’lu kabartma ile benzerlik göstermemektedir. Fakat antik kaynaklardan Perslerin, tanrılara, ateşe, suya ve ölen kişilere kurban töreni düzenlediklerini ve bu törenlerin her birinin, kendine özgü kuralları olduğunu öğrenmekteyiz. Kappadokia Ateş Altarı üzerinde betimlenen Pers soylusu da sağ elinde barsman tutarken, sol elinde bir libasyon kabı tutmaktadır.

        2361 no’lu kabartmada, kurban edilen hayvanların başları, dörtgen bir nesnenin üzerinde durmaktadır. Bu ince çubuklarla detaylandırılan dörtgen, kutsal ateşin yanmasını sağlayan ve daha sonra etlerin üzerine konduğu, mersin ve defne dallarından oluşan yığını simgeliyor olmalıdır. Bunun benzeri Ravansar’da ele geçmiştir. Calmeyer bu iki sahnenin ışığında, mezar önünde dinsel törenin yapıldığını düşünmektedir.

        Ravansar kaya mezarında, seremoni gerçek mezar kapısında yapılmasına karşın, 5391 ve 2361 no’lu kabartmalarda sahne, bir kapı tasvirinin önünde betimlenmiştir. Akhamenid dönemine ait, Uşak-Güre’de açılan Aktepe Tümülüsü’nün ön cephesi, bu kabartmalardaki yapı ile ilginç bir benzerlik göstermektedir. Bu benzerlik, önünde törenlerin gerçekleştirildiği bu yapının bir mezar yapısı olduğunu düşündürmektedir. Gerçekten de, Arrianos’un ( Anabasis VI. 29.7 )  da aktardığı gibi, Akhamenid döneminde mezar yapıları önünde, kurban törenlerinin yapıldığı bilinmektedir. Kyros’un mezarında her gün bir koyun ve ayda bir at kurban ediliyordu.

          Bu veriler ışığında, 5391 ve 2361 no’lu kabartmalarda, bir mezar önünde dinsel tören betimlenirken, Kappadokia Ateş Altarı üzerinde, yine dinsel bir törenin özetlenmiş haliyle karşılaşılmaktadır. Neridler Anıtı cella frizinde ise, bu kez uzun tutulan bir kurban sahnesi sözkonusudur. Bir ateş altarı önünde gerçekleştirilen törende, hayvan kurbanlarının yanı sıra, libasyonda yapılmaktadır.  Bu dinsel sahneler, antik kaynaklardan edinilen bilgiler doğrultusunda, Pers geleneklerini yansıtmaktadır.

        Özellikle, Akhamenid dönemi mezar stelleri incelendiğinde görülmektedir ki, form ve stil açısından Anadolu yerel kültürlerinin etkisi altında olan bu eserler, belli oranlarda Pers üslubunu da içerisinde barındırmakta ve bu haliyle Anadolu Pers Sanatı  tanımını hak etmektedir. Ancak burada bilhassa üzerinde durulması gereken konu, bu eserlerin, iki yüz yıl boyunca Anadolu’ya hakim olmuş bir kültürün izlerini yeterince yansıtıp, yansıtmadığıdır. Steller, kabartma blokları ve mimarlıkla ilgili eserler daha çok Daskyleion ve Sardes gibi satraplık merkezlerinde ve yerel idari merkez konumundaki Xanthos’ta ele geçmiştir. Bu eserler , Anadolu sanatı ile Pers sanatının bir harmanlanması şeklindedir. Ancak ağırlık burada Anadolu’ya kaymaktadır. Bir çok betimleme üzerinde karşımıza çıkan durum, salt mezar sahibinin kendisini bir Persli gibi göstermesidir. Bu durum, mezar sahibi ister Persli olsun ister yerli olsun, tamamen politik bir durumu, yani idareye olan bağlılığı vurgulamaya yöneliktir. Bununla birlikte Persler’in Anadolu’yu istilasından öncede Anadolu ikonografisinde görülen av, savaş ve ziyafet sahneleri, Pers yaşam anlayışı ile bağlantılı olduğu için artarak devam etmiştir. Ekphora sahnelerine ise Pers mezar ikonografisinde rastlanmaz ve bu, at ve araba gömüleri göz önüne alındığında tamamen bir Frig etkisine işaret etmektedir. Mezar stellerinde de tercih edilen form Propontis kaynaklıdır. Tümülüs, heroon ve dikmeler gibi anıtsal mezar mimarisi de  tamamen Frig ve Likya  kökenlidir.
                   
                                                                                                
                                                              Sunum : Oktay İlgin

22 Ekim 2013 Salı

MISIR MEDENİYETİ VE PAPİRUS

 
 
 
MEDENİYETLERİN DOĞUŞU
 
Toplumlar arası ortak değerler düzeyine yükselmiş olan anlayış, davranış ve yaşama araçlarının tamamına medeniyet adı verilir.
Yeryüzünde coğrafi şartlara bağlı olarak ırk, din, dil, yaşam tarzı, bakımından birbirinden farklı medeniyetler doğmuş ve gelişmiştir.
 

 

Medeniyetlerin ortaya çıkmasında;
 
 
·         Buzul devirlerin sona ermesi
 
·         İklim koşullarının düzelmesi
 
·         Ateşin bulunması
 
·         Verimli tarım alanları
 
·         Yerleşik hayata geçiş
 
·         Önemli su kaynakları
 
·         Farklı toplumları etkisi
 
·         Yer şekilleri
 
·         Korunaklı limanlar gibi etmenler etkili olmuştur
 
 

İlk medeniyetler; 
 
1.      Kuzey Afrika’da (Mısır)
 
2.      Anadolu Yarımadasında (Akdeniz Uygarlıkları)
 
3.      Asya Kıtasında (Hindistan, Çin, Mezopotamya)
 
4.      Orta Amerika’da (Aztek, Maya)
 
5.      Güney Amerika’da (İnka)kurulmuştur.
Bu uygarlıklar verimli tarım alanlarının ortasında ulaşım bakımından elverişli pazar yerleri olarak ortaya çıkmışlardır. Birçoğunun kurulumunda temel geçim kaynağı tarımsal faaliyetler olduğu için önemli su kaynaklarının(akarsular)  etkisi vardır.
 
 

Bu akarsular;

 
Asya kıtasında İndus, Ganj, Brahmaputra, Gökırmak, Sarıırmak, Mekong, Asi, Büyük Menderes, Küçük Menderes, Bakırçay, Gediz, Fırat ve Dicle nehirleridir.Afrika kıtasında Nil Nehridir.
 
 
 
MISIR UYGARLIĞI
 
 
 
  1.      Kuzey Afrika’da Nil Nehri etrafında kurulmuştur.
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
2.     Deniz ve çöllerle Mezopotamya uygarlık alanından ayrılması, yani coğrafi konumu, dışarıdan
etkilenmeden özgün bir uygarlığın doğmasına neden olmuştur. Bu konum istilaların da az olmasına
yol açmıştır.
 
3.     Uygarlığa geçişinde Nil nehrinin oluşturduğu taşkın ovaları, neolitik yerleşmelerinin varlığı ve
Mezopotamya uygarlığının etkisi büyüktür.
 
4.     Matematik, geometri, tıp ve astronomide gelişmişlerdir. Kesirli, ondalık sayılar, pi sayısını
buldular.
 
5.     Başlangıçta şehir devletleri şeklinde yönetilen Mısır, Firavun adı verilen kralların önderliğin­de
merkezi yönetime sahip olmuş, ülke Nom denilen illere ayrılmıştı, Her ilin başında merkezden
gönderilen valiler bulunurdu.
 
6.      Ölümden sonra hayata inanırlar cesetleri mumyalarlar.
 
 

 
7.      Resim yazısı olan Hiyeroglifi kullandılar ve bir çeşit kağıt olan Papirüsü bulmuşlardır
 
 
 
 
 
 
 

 

 
8.     Güneş yılına dayalı ilk takvimi icat etmişlerdir. Nil nehri ve tarımsal faaliyetler mevsimlerin
adlandırılmasında etkili olmuştur. Mısır takvimi Miladi takvimin temelini oluşturur.Dünyada bilinen ilk
yazılı antlaşmayı Hititlerle imzalamışlardır (Kadeş Barışı).
 
9.      Firavun mezarlarına piramit, halk mezarlarına labirent denir.
 
 

 
 
 
 
 
 
                                      
                                                    Mısır medeniyeti ve nil nehri hakkında kısa bir video
 
 




Papirüs ( Cyperus Papyrus )




 
Papirüs (Alm. Papyruss, Fr. Papyrus, İng. Papyrus, Rusça папирус, İsp. papiro, İt. Papiro.), bataklık kıyılarında yetişen, 2-3 metre boylarında, kamışa benzeyen, çok yıllık bir otsu bitkidir. Bitkinin gövdeleri üç köşeli, sert ve düğüm (nod)leri yoktur. Çiçekler, küçük başaklar hâlinde olup; bunlar da şemşiyeye benzer durumlar yaparlar. Çiçekleri 6 parça ve kıl gibi incedir. Koyuu yeşil olan papirus, bir yıl boyunca yapraklarını dökmeyen bir bitkidir. Eğik yaprakları, gövdenin ucundaki püsküllü kısımda bulunur.
Papirüs, çok eskiden beri Mısır'da Nil kıyısında tarımı yapılmış olan bir bitkidir. Ancak bugün Aşağı Mısır'da bu bitki, hemen hemen hiç kalmamıştır. Yukarı Mısır ve Habeşiştan (Etiyopya)'da yer yer görülmektedir.

Eski Mısırlılar'ın yelken, bez, hasır ve yazı kağıdı olarak kullandıkları papirüs; onlardan Yunanlılar'a, daha sonra Romalılar'a intikal etti ve M.S. 3. yüzyılda yerini parşömen alıncaya dek kullanımı sürdürüldü.

Yunanca papirüs kelimesi Kıptice'den ödünç alınmış ve neredeyse tüm batı dillerine girmiştir.

İngilizce paper “kâğıt” ve Türk argosunda “para” anlamına gelen “papel” kelimelerinin de orijini bu kelime olmalıdır.






 

Kullanıldığı Yerler

Papirüs,eski Mısırlılar için önemli bir bitkiydi. Gıda olarak kullanıldığı gibi; yapraklarından da hasır, sepet imal ediliyordu.
Papirüs, kağıt üretiminde de kullanılırdı. Bunun için, sapların tabakaları hafif hafif dövmeyle ayrılır, sonra da bunları 5-6 cm boyunda şeritler hâlinde keserek uç uca ve yan yana yapıştırılarak sayfalar halinde tabakalar yaparlardı. Bu tabakalar, perdahlanır; böceklerin yememesi için üzerine sedir yağı sürülürdü. Bu tabakaların üzerine kamış kullanarak mangal kömürü, sübye ve başka maddelerden meydana gelen mürekkeple yazı yazarlardı. Yapılması, parşömenden çok daha ucuza mâl olduğu ve uzun zaman muhafaza edilebildiği için; papirüs, edebî yazışmalardan resmî yazışmalara kadar çeşitli alanlarda kullanılmıştır.
Bu papirüs sayfaları, günümüze kadar saklanmış olup çok önemli tarihî belgelerin ortaya çıkmasına sebep olmuştur.




                                                                                                                                  Sunum : Oktay İlgin